Köyümüzdeki sebze üretimiye ilgili son bilgileri sizlere sunmak istedik. Cumartesi günkü (21 Eylül) köy gezimize katılabilirseniz birinci elden bilgi edinebilir ve sebze tarlalarını ziyaret edebilirsiniz. Orada bulunmanız ve üreticilerle görüşlerinizi paylaşmanız TADYA için önemli bir destek olacaktır: 21 Eylül Cumartesi – Gezi bilgileri ve katılım formu. (Gezinin başında, yeni ziyarete açılan Güdül İnönü mağaralarına da kısa bir ziyaretimiz olacak.)
Bu yıl köyümüzde grup sertifikası ile organik tarım çalışması başlatıldı. Birkaç deneyimli sebzeci (başta Necati Cebeci ve Oğuz Aygün) ile birlikte, daha önce bu ölçekte tarım yapmamış olan aileler de (başta Araç, Duran ve Keskin aileleri) Süvari Çayı kıyısında tarıma başladılar. Sürecin nasıl ilerleyeceğini hepimiz merak ediyorduk.
Herhalde geceleri fazla serin olmasından, bu yıl sebzelerin olgunlaşması çok uzun sürdü. Ağustos ortasından bu yana köyün organik sebzeleri ve diğer ürünleri (yumurta, meyveler, yaprak sarması vs) Ayrancı Üretici Pazarı’na ve Ayrancı Organik Pazarı’na (sadece sebzeler) geliyor. Nursemin-İbrahim ve fırsat buldukça Merve-Hüseyin Çarşamba günleri Çiğdemim Derneği’nin bahçesinde de satış yapıyorlar. İmkanlar ölçüsünde siparişleri evlere de bırakıyorlar. Diğer üreticiler ürünlerini genellikle köy içinde veya civar köylerde değerlendiriyorlar.
Bu yıl sebzede yaşanan en büyük sorun hasatın en çok olduğu dönemde (Ağustos ortası-Eylül ortası) Ankara’daki alıcı kitlesinin tatilde olmasıydı. Bu dönemde önemli pazarlama sıkıntısı oldu. Üreticiler yapabildikleri ölçüde kurutma, salça, turşu yaptılar. Şu anda ise talep iyi düzeyde ama hasat miktarında azalma var. Sebzelerin ortalama fiyatları şöyle: Domates 3 TL, Biber 3.5 TL, Patlıcan 4 TL, Fasülye 4 TL, Tomatillo 5 TL, Hıyar 2.5 TL…
Bu fiyatların yüksek olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Sonuçta bir markete girdiğimizde kilosu 1 TL’ye oldukça güzel görünümlü domatesler alabiliyoruz. Bazen tatları da fena olmayabiliyor. Aracısız bir satış olmasına karşın, neden köyün domatesinin fiyatı bunun %300’ü? Bunun cevabı için önce, doğal ürün talep eden alıcıların beklentilerine bakalım:
- Yerel çeşitler, güvenli geleneksel tohumlar olsun.
- Zirai gübreler ve kimyasal ilaçlar kullanılmasın. Temiz çevrede, temiz toprakta, temiz suyla üretim yapılsın. Doğal yaşama zarar verilmesin.
- Çok büyük alanlarda monokültür olmasın (zira monokültürle ekolojik tarım olmaz).
Domatesi örnek alıp, konvansiyonel/büyük çaplı ve doğal/küçük ölçekli üretimi karşılaştıralım. Bu vesileyle köydeki sebze üretiminde yaşananlara da değinmiş olalım:
- Bizim yaptığımız gibi yerel domates tohumlarını bulup koruyabildiğimizi varsayalım. Bunlar çok güzel ve lezzetli domatesler. Fakat verime bakarsanız, teknoloji harikası ticari hibrit domateslerin en iyi ihtimalle yarısı kadar ürün hasat edersiniz. Üstelik şekilleri düzensiz olduğundan, kabuğu da ince olup fazla dayanmadığından bazıları satılamadan elinizde kalır.
- Destekleyici ve koruyucu kimyasallar kullanmazsanız mutlaka ürün kaybı yaşarsınız. Bir hastalık veya zararlı ortaya çıktığında şanslı iseniz bitkilerinizin sadece bir kısmı etkilenir. Bazen de bütün bitkilerinizi kaybedersiniz. Örneğin İbrahim ve Nursemin’in patlıcanları Eylül başında hastalandılar ve birer birer ölüyorlar. Ev yapımı doğal ilaçlar bir ölçüde etkili olabilir ama yapılması ve uygulanması zordur. ‘Organik tarım ilaçları’ ise çok pahalıdır. Oysa konvansiyonel tarımda görece ucuz kimyasal ilaçları her aşamada kullanabilirsiniz (tohum saklama, toprak hazırlığı, fide koruma, çiçeklenme ve meyveye durma, meyve koruma). Bu uygulamalar ağır ekolojik maliyetler getirse de ürün kayıplarını minimize eder.
- Büyük alanlarda monokültür yapıldığında ekolojik tarım yapma imkanı yoktur veya çok sınırlıdır. Toprağa ve çevreye zarar veren yöntemler ve kimyasal girdiler kullanılması zorunlu olur. Bu gtr tarım işletmeleri düşük ücretlerle işçi çalıştırabilir veya ürünlerini değerlendiremeyen küçük çiftçilerden çok ucuza ürün ‘kapatabilir’. Kısaca, hem doğa sömürüsü hem de emek sömürüsü yoluyla maliyetleri azaltma ve dışsallaştırma imkanı vardır. Ürün miktarının fazla olması sayesinde birim başına kar marjı da düşük tutulabilir. Bu sayede toptancılar ve aracılar söz konusu olsa bile son ürünlerin fiyatı görece düşük olabilir.
- Kimyasal tarım ilaçlarının bu kadar yaygın olduğu ve olağan karşılandığı bir ülkede doğal/organik tarıma geçmek cesaret ister. Her üretici kendine özgü zorluklarla karşılaşır. Uygun ekolojik mücadele yöntemlerini bulması, arazilerinde doğal dengenin oluşması ve iyi bir verime ulaşılması yıllar alır. Organik sertifikasyon söz konusu ise bunun da bir dünya masrafı olur. Tahtacıörencik’te, bazıları tecrübe eksikliğinden kaynaklanan pek çok sorun yaşandı. İşlerin yoğunluğundan ve kaynak eksikliğinden dolayı arazinin çitle kapatılması epey gecikti. Keçiler fasülyelerin çoğunu yediler. Domuzlar biberlerin büyük kısmını tahrip ettiler ve yerli tohumlardan ektiğimiz mısırların hepsini, saplarıyla bereber yediler.
Güvenilir tohumlarla doğal sebzeler üreten bir çiftçi, endüstriyel tarımın dev üretim hacmiyle, maliyetlerini dışsallaştırma potansiyeliyle ve (hadi sahte demeyelim) düşük nitelikli ürünleriyle nasıl fiyat rekabetine girebilir?
Üstelik, konvansiyonel/endüstriyel ürünlerin doğal olanlara göre ‘ucuzluğu’ nelere mal olur? Besleyicilik ve şifa değeri düşük ürünler, sağlık riskleri, zehirlenen toprak ve su, emekleri sömürülen tarım işçileri, kaybolan biyoeşitlilik ve gıda güvenliği, tohum şirketlerine bağımlı hale gelmiş çiftçiler… Saymakla bitmez. Bu önemli ve zorlu konuyla ilgili bir yazıyı daha önce sizlerle paylaşmıştık: Gerçek Gıda Ucuz Olabiilir mi?