Köyde kış gündönümü yazısı, 20 – 22 Aralık 2014

Köyde yaşamaya başlamak, bazılarını önceden tahmin etmiş olduğumuz pek çok zorluk içeriyor. Biz bu zorlukları öğrenmek ve büyümek için birer fırsat olarak görüyoruz. Zorlukların bir kısmı günlük-rutin işlerle ilgili (ev işleri, çocukların gözetimi, eğitimi), bazısı fiziksel güç veya beceri gerektiriyor (tadilat işleri, odun getirme, kırma, taşıma, yakma, boru temizliği vs.), bazısı organizasyon çabası istiyor (ürünlerimizin yapımı, alıcılarla ve destekçilerle iletişim, ziyaretçilerimizi ağırlama, sipariş takibi, kargo, vs.), bazısı da köyle ve içinde bulunduğumuz topluluklardaki sosyal etkileşimlerimiz ile ilgili (ilişkilerde yaşanan sorunlar, çatışmalar, birlikte yapılan işlerde çıkan arızalar).

Bu alanların her birinde bizim de hatalarımız oluyor ve en çok da bunlardan öğreniyoruz. Bu tür zorlukların hiçbir zaman bitmeyeceğini de anlamış bulunmaktayız 🙂 Yine de mutlu ve umutluyuz ki, bunların bir şekilde üstesinden gelme, yaşamımızı ve çevremizi olumlu yönde dönüştürme imkanlarına sahibiz. Henüz tam köylü, tam üretici değiliz, ama bu yolda ilerlemenim hem özgürleştirici, hem de güçlendirici yönleri var. Öte yandan, karşılaştığımız bazı zorlukların çetinliği ve beklenmedik şeylerin de gerçekleşiyor ve her zaman gerçekleşebilecek olması, bizlere yaşamdaki her şeyin – değişmez ve güçlü sandığımız şeylerin bile – pamuk ipliğine bağlı olduğunu hatırlatıyor, bizi tevazuya davet ediyor.

Evet zorluklarımız var ama yaşadığımız güzellikler de var. Her daim temiz dağ havası solumak, fiziksel hareketin ve doğal gıdaların getirdiği sağlık, zindelik… İnsan eliyle düzenlenmemiş bir doğal alanın – meşelerin çamlara karıştığı bir bayır, coşkun akan bir dere, veya bir yol kenarında, taşların ve çalıların arasında tertemiz bir su birikintisi – yakınında bulunabilmenin, yolda bir sincap, bir çift porsuk, küçük bir yaban domuzu sürüsü, gökyüzünde süzülen bir kızıl şahin, bir kara akbaba ile karşılaşmanın tarifsiz güzelliği, mutluluğu. Ve tabi bizi ziyarete, bizimle sohbete, bize desteğe gelen, önceden tanımasak bile hemen içten bir bağ kurduğumuz ziyaretçilerimiz; an az her insan kadar güzel insanlar.

Şimdilerde çalışmamız daha çok kendi evimizde, kendi işlerimizle. Köy genelindeki çabalara, ekolojik üretim ve geçim çabalarına fazla katkı veremiyoruz. Gerçi özellikle komşularımız Duran ailesiyle birbirimize karşılıklı destek oluyoruz. Bir yandan da onların üretim ve satışlarını özerk bir şekilde yütrütebilmelerini arzu ediyor ve onları bu yönde teşvik ediyoruz. Kış aylarında köyde yeni bilgilendirmeler ve toplantılar yapabileceğimizi umuyoruz. Belki köy odasında bir küçük kütüphane oluşur, her hafta bir film gösterimi bile yaparız. Yakında çevremizdeki topluluklardan bu konuda destek isteyebiliriz: doğal yaşam ve ekolojik üretimle ilgili broşürler, kitaplar, filmler…

Her ne kadar şimdilerde elimiz pek uzağa gidemiyor desek de, ziyaretçilerimizle olan etkileşimlerimiz, özellikle Nihal’in köylü kadınlarla kurduğu iletişim, yavaş yavaş başladığımız ev ziyaretlerimiz, yaşadığımız zorlukları aşmakta kullandığımız yollar, yöntemler, tutumlar mutlaka çevremizde olumlu-olumsuz etkiler yaratıyor. Örneğin çocuklarımızın devam ettiği ilkokulda (şehirlerdeki okullarda da olduğu gibi) eğitim yöntemleri ve iletişimle ilgili bazı sorunlar görüyoruz. Bunların etkilerini doğrudan çocuklarımızda gözlemlediğimizde öğretmenimizle ve okul yönetimiyle iletişim kuruyoruz. Şimdilik bu kadarına zamanımız ve gücümüz yetiyor. Karşılıklı geliştirdiğimiz içten iletişim sayesinde sorunları konuşup çözebiliyoruz. Kimbilir belki onların da isteği ve katılımıyla okulda şiddetsiz iletişim, çatışma çözümleme ve benzeri konularda seminerler, eğitimler, hatta belki çevre-tabanlı eğitim yöntemlerinin uygulanması gibi yapısal değişimlere katkı verebiliriz. Vehasıl, küçük olsun büyük olsun, gerçek ve kalıcı dönüşümlerin ancak merkezimizle, yakınımızla bağlantı halinde kalmakla – ve tabi ki zamanla, emekle – gerçekleşeceğine inanıyoruz.

Yaşadığımız deneyimin bir de şöyle bir boyutu var: Bir yandan şehir, ülke ve gezegen düzeyindeki büyük sosyo-ekonomik ve politik çarkların yıkıcılığının doğrudan veya dolaylı tanığıyız. Dünya Bankası, IMF ve diğer uluslararası sermaye odaklarıyla yapılan anlaşmalarla kıskıvrak ele geçirilmiş, sözde AB politikalarıyla desteklenen gıda, tarım, üretim ve tüketim politikaları, sermaye düzeninin etkinlik alanını gün be gün kırsala yaymaya çalışıyor. Büyük sermayenin çıkarları için tasarlanmış, doğal alanları tahrip eden madencilik ve enerji projeleri, sözde tarımsal teşviklerle endüstriyel gıda sektörünün kölesi olmaya zorlanan çiftçiler, köylüler, köyde olsun kentte olsun tek tip insan – ve tek tip tahıl, tek tip gıda, tek tip üretim, tek tip yaşam – yetiştirmeye, farklılıkları ve çeşitliliği yok etmeye yönelmiş devlet politikaları, bozuk geleneklerin ve baskıcı iktidar kurumlarının özgürlüğe, kendiliğindenliğe, doğallığa, çeşitliliğe olan amansız düşmanlığı. Bunların tek tek biz insanlardaki içsel halleri; dışlayıcı, suçlayıcı, çatışmacı tutumlar, davranışlar, sözler. Ve bütün bunların türlü akılsallaştırmalarla, zaman zaman da muhalif söylemlerle gizlenen acı verici hoyratlığı. Ama bir yandan da bu koşullar altında özgür irademizle var olabilmenin, seçimlerimizin sorumluluğunu alabilmenin; kendimizin ve diğer insanların yüreğine dokunabilmenin, gerçek bağlar, anlamlı ilişkiler kurabilmenin, örgütlenmenin imkanı. Bireyler ve topluluklar olarak görmek istediğimiz dünyanın kendisi olmanın, o dünyayı büyütmenin, bu yönde çalışmanın ve dayanışmanın mutluluğu.

Özgürlük koşullardan bağımsız olmak mı? Buna yetkin olan, nedensellik döngülerinin dışında olan bir varlık var mı? Özgürlük belki de koşulların (hem iç, hem dış koşulların) farkına varmak, ama bir yandan bizim bu koşulların hiçbiri olmadığımızın da farkına varmak. Özümüzden, doğamızdan gelen gücümüzle koşulları değiştirme kapasitemizi canlı tutmak. Hem tek başımıza, hem hep beraber.